Türkiye'de ümmetçi kafa yapısına sahip olanlar karşılarında en büyük düşman olarak Türkçülüğü görmüşlerdir. Zaten, bir dine mensup olan insanların, hangi ırktan olurlarsa olsunlar, birlikteliğini savunan ümmetçilerle; hangi dine mensup olursa olsun bütün Türklerin birliğini savunan Türkçülerin anlaşması beklenemezdi. Burada ilginç olan, ümmetçilerin yalnızca Türk milliyetçiliğini düşman görmeleri, buna karşılık Kürt, arpa gibi toplulukların milliyetçiliklerine ses çıkarmamaları hatta bunları desteklemeleridir. Biz de bu yazıda, bahsettiğimiz ümmetçi – Kürtçü dayanışmasının görünümlerini, sebeplerini ve sonuçlarını incelemeye çalışacağız.
Türkiye tarihine göz
gezdirenler, ümmetçi – Kürtçü dayanışması ile ilgili birçok örnek bulabilirler.
13 Şubat 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk milletine karşı
isyan eden ve Musul'u kaybetmemize yol açan Şeyh Sait buna bir örnektir.
Aslında, vatan haini olduğu için idam edilen Şeyh Sait'le aynı yoldan fakat
farklı yöntemlerle ilerleyen bir başka hareket de kendisini "zamanın
harikası (=bediüzzaman)" olarak nitelendiren Said-i Kürdi'nin
"nurculuk" hareketidir. Cahil ve yarı deli bir Kürt olan Said-i Kürdi
(yahut başka bir adıyla Said-i Nursî) hareketi, ümmetçilik ile Kürtçülüğün nasıl
yan yana geldiğini göstermesi bakımından bir şaheserdir. Kürtlere övgüler düzen
Kürt Sait, bir Kürt milliyetçisi olduğu halde İslamcılıktan dem vurarak
ümmetçileri etrafında toplamış, Türk milletine maddi-manevi darbeler vurmuştur.
Türklerin milli duygularını köreltmekten başka hiçbir işe yaramayan nurculuk,
ne acıdır ki bünyesine Kürtlerle birlikte tertemiz Türk çocuklarını da
katmakta, yarın Türk ordusunun yiğit bir askeri yahut Türk devletinin şerefli
bir çalışanı olması muhtemel Türk gençlerinin geleceğini ümmetçilik ve
gericilik zehri ile karartmaktadır. Nurculuğun, dolayısıyla Kürt Said-i
Nursi'nin ardına takılanlar, aslında Kürt milliyetçiliğine hizmet ettiklerini
bilmeden tatmin olmaya çalışmaktadırlar. Ümmetçiliğin ve Kürtçülüğün iç içe
geçtiği en geniş kapsamlı ve en tehlikeli hareket, işte bu "nurculuk"
hareketidir.
Günümüzde ümmetçi -
Kürtçü ittifakı ile ilgili olarak gözlemlenmesi çok kolay örneklere rastlamak
mümkündür. Eğer İslamcı-ümmetçi televizyon kanallarını beş dakika izleyebilmek
eziyetine katlanabilirseniz, bu televizyon kanallarının nasıl ve ne derece Kürt
propagandası yaptıklarına şahit olursunuz. Kürtler ve onları yönlendiren güçler
bir hareketin gelişiminde propagandanın ve buna bağlı olarak basın-yayın
organlarının öneminin farkındadırlar. Israrla kurmak istedikleri Kürt
televizyon ve radyo kanallarıyla ulaşmak istedikleri gaye de Kürtlüğün ve
Kürtçülüğün propagandasını yapabilmektir. Fakat elbette ki bu kanalları
kuruncaya kadar boş durmayacaklardır. Bu süreç içerisinde ümmetçi televizyon
kanalları Kürtçülerin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Amerikancı takımın da bu
konuda ümmetçilerden geri kalmamaya gayret ettiğini söylemeliyiz.
Ümmetçilerin
Kürtçülere destek olduğu apaçık ortadadır. Peki, sözde İslam Birliği'ni savunan
ümmetçiler milliyetçiliğe karşı oldukları halde neden çifte standart uygulayıp
Türkçülüğe düşman kesilirken Kürtçülüğü desteklemektedir? Bir kere din
olgusunun milliyet kavramını yok edemediği, esasen dinin özünde böyle bir gâye
de olmadığı, bu sebepten dolayı bütün Müslümanların tek çatı altında
toplanamayacağı bütün aklı başında insanlar tarafından bilinmektedir. Hatta,
ümmetçiler de söylemek istemeseler dahi bu gerçeğin farkındadırlar. Bu yüzden
onların Kürtçülüğe destek vermek istemelerinde başka sebepler aramak gerekir.
Bu sebepler siyasi ve ırki sebeplerdir. Ümmetçilerin içindeki yoğun Kürt nüfus
ve nüfuzu onları böyle davranmaya zorlamaktadır. Bunun dışında, ülkeyi kargaşa
ortamına sürüklemek, böylece yeni bir rejimin, "şeriat düzeni"nin
ülkede egemen olması için uygun bir ortam yaratmak düşüncesi de ümmetçilerin
Kürtçülerle ortak hareket etmesindeki nedenlerden biridir.
Ümmetçi - Kürtçü
dayanışmasının nedenlerini anlamak kolay olduğu gibi ümmetçilerin Türkçülük
düşmanlığını anlamak da kolaydır. Ümmetçiler bu ülkeyi "şeriat düzeni"
içerisine sokmak, Arap yazısını geri getirmek ve yeniden ümmet düzenine geçişi
sağlamak niyetindedirler. Oysa Türkçüler, "Son Başbuğ" olarak kabul
ettikleri Ulu Önder Atatürk'ün getirdiği düzenin yılmaz koruyucularıdırlar.
Türkçülük, Atatürk'ün laiklik anlayışının hırpalanmasını engellemek için bir
kale gibi durmakta ve bu yüzden laiklik düşmanı ümmetçi yobazların
saldırılarına hedef olmaktadır. Yobazlar bu devleti yeniden Arap dünyasına
yakınlaştırıp karanlıklara boğmak isterken, Türkçüler, Atatürk'ün fikirleri
doğrultusunda medeni bir Türk dünyası yaratmak amacı güderler. İşte bütün bu
sebeplerden ötürü ümmetçiler de Kürtçüler de Türkçülüğe düşmandırlar ve bu
düşmanlık onları yan yana getirmektedir. Asil Türk milletine düşen görev ise bu
tehlikelerin farkında olarak kendi ırkını korumaya çalışmaktır. Türkler, bu
yolda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Kanından olmayana güvenme"
sözünü Kürtçülere karşı parola edineceklerdir. İslamcılara ise yine Son Başbuğ
Atatürk'ün şu sözünü haykıracaklardır:
"Baylar ve ey
millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler,
meczuplar memleketi olamaz! En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet
tarikatıdır."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder